Blogumu Nasıl Buldunuz ?

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Ressam Şermin Çeber İle Resim ve Sanat Üzerine: Alice Harikalar Diyarında




         Hayatımda tanıdığım ‘’Sanatçı/Ressam’’ ve çok çok özel insanlardan bir tanesi benim için Şermin Çeber. Nazik, cana yakın, mütevazi ve bir o kadar da zarif biri. Şermin Çeber kimdir diye sorarsanız: Kendisi Ankara doğumlu bir Ressam. Ama çok küçük yaşlardan itibaren Almanya’da büyümüş bir sanatçı ve aynı zamanda Alman vatandaşı. İki yıl gibi kısa bir süre olmuş Türkiye’ye kesin dönüş yapalı. Moda Tasarımı üzerine de çalışan sanatçı 2008 yılından bu yana sanat eserleri vermekte. Onedio.com okurları için bir araya geldim kendisi ile. Eminim ki okurken büyük keyif alacaksınız. 

Resim yapmaya nasıl başladınız ? 

Çok küçük yaşta başladım diyebilirim. Rahmetli dedem koltukta otururken ona bakarak bir kurşun kalem yardımıyla onun portresini yaptım. Önümdeki portre bittiğinde ortaya çıkan sonuca ben bile şaşırmıştım. Heyecandan ne yapacağımı bilememiştim çünkü o küçük yaşta, bu kadar özel bir eserin yani dedemin bire bir aynı resmini yapmama inanamamıştım doğrusu. Resim yapmaya böyle başladığımı söyleyebilirim. Sonrasında ise devamı geldi , içimdeki resim aşkı hiç bitmedi. Hala da devam ediyor bildiğiniz üzere.

Peki, neden başka bir sanat dalı değil de Resim ?

Resim yapmak çok özel bir uğraş. Doğuştan gelen bir yetenek sanırım. Küçüklüğümden bu yana resim ile uğraşıyorum. Aslında müziğe karşı da bir ilgim vardı, yok değil ama resim yaparken kendimi buluyorum. Hep bir arayış içinde oldum mesela. Kendimi aradığım oldu, iyiyi aradığım oldu, özgürlüğü, ulaşılmazı, eşsizi aradığım oldu. Nasıl derler, Alice Harikalar Diyarı gibi. Harikalar diyarındaki o tavşanın peşinden gitmek gibi bir şey bu, yani ona benzetebilirim. Bir harikalar diyarındayım ve hala aramaya devam ediyorum aslında. Benim yaşam tarzım oldu resim yapmak. O harikalar diyarında özgür hissediyorum kendimi resim yaparken. 

Ressam olmak için bir insanın bu yönde eğitim alması önemli mi sizce ?

Mutlaka önemli fakat tamamen akademik eğitimle de ilerleyemezsiniz. Bu sadece resim için geçerli değil, sanatın her dalı için bu böyle. Resim bir emek ve gönül işi bana göre. Bir defa yeteneğiniz olması gerekiyor. Ben eğitim konusunda şanslı değildim maalesef. Çocukluğumda evet, resme karşı yatkın olduğumu görüyorlardı belki ama yeterince destek göremedim ailemden. Kendi çabalarımla tutunmaya çalıştığımı söyleyebilirim. İnsanın tamamen içinde olması gerekiyor bu duygunun, içten gelmeli. Akademik bir eğitim pastanın kreması olacaktır tabi ki. Ama en iyi öğretmen hayatın kendisi ve yaşanılan tecrübelerdir.

Kendinizi bir akıma yakın buluyor musunuz diye sorsam ?

Aslında herhangi bir akıma yakın değilim. Bir aidiyetlik hissetmiyorum. Kısıtlanmak mı demeliyim, yoksa bağlı kalmak mı açıkçası bilmiyorum. Özgür olmak ve her anlamda bir akıma bağlı kalmamak güzel bence. Dediğim gibi hep arayış içinde oldum. İcra ettiğim sanatın özgünlüğü de buradan geliyor sanırım. Sanatın her dalı için bu böyle değil midir zaten. Sanatçının içindeki arayış biterse sanat biter, arayış biterse özgünlük biter.

Uzun bir süre Almanya’da yaşadınız. İcra ettiğiniz sanat dalı açısından bu deneyim size neler kattı ?

Beş yaşımdan itibaren Almanya’da büyüdüm. Orası bambaşka. Aslında özgür, fakat katı kuralları  da olan bir yer. Bana kattıkları arasında ‘’Özgürlük’’ terimine yer verebilirim mesela. Almanca bilmiyordum o zamanlar zaten malum yaşım çok küçük. Beni hem Almanca hem de Türkçe ders verilen bir sınıfa yerleştirdiler. Kısa sürede gelişim gösterdim, bu durum öğretmenlerin ve yönetimin gözünden kaçmadı. Sadece Almanca eğitim verilen başka bir sınıfa alındım. Bu sefer de yalnız kaldım orada, bu yüzden içime kapanığımdır mesela. ‘’Siz bakmayın Şermin Hanım’ın içime kapanığım dediğine. İçine kapanık biri değil kendisi. Cana yakın, konuşkan, zarif ve çok sempatik. Gülerken gözlerinin içi gülüyor, nasıl mutlu olacağını biliyor.’’ O dönemde öğretmenlerim yeteneğimin farkına varmıştı. Almanya bana ve ilgi alanım olan Resim Sanatına özel gözlemlemeler ve tecrübeler kattı. Özgürlük kattı.

‘’Sound Of Builds İn Beyoğlu’’ bildiğim kadarı ile ilk serginiz. Peki devamı gelecek mi sergilerin ?

Evet ilk sergim. Zaten Türkiye’ye kesin dönüş yapalı iki yıl gibi kısa bir süre oluyor. Başta karamsar yaklaştım, düşündüm kendi kendime çok mu acele ediyorum acaba diye. Sonraları ise aklıma yattı sergi. ‘’Sound Of Builds İn Beyoğlu’’ ilk oldu benim için. Sergilerimin devamı kesinlikle gelecek. Hatta yeni bir proje var. Yakın zamanda hayat bulacak. ‘’Wannabees’’olacak sergimin konsept adı. Tarih tam olarak belli değil ama o da kıza zaman içinde netleşecek.

Her sanat dalında sanatçıların bir ilham kaynağı veya örnek aldığı birileri mutlaka vardır. Sizin için de geçerli mi bu durum ?

Mutlaka. Aslında gördüğüm, okuduğum, duyduğum her şey... Hayal gücümle desteklediğim an’dan itibaren hareketli veya hareketsiz olsun, o nesne benim için bir ilham kaynağıdır artık. İlham aldığım kişilerden biri ‘’Roman Polanski’’ Filmleri, beni ve ortaya koyduğum eserleri etkilemiştir hep. İspanyol Ressam ‘’Luis Ricardo Falero’’ o da benim için özel biri. O dönemin özel insan ve ressamlarından, tekniği beni çok etkilemiştir. Ve ‘’Andy Warhol’’ biliyorsunuz, ‘’Pop Art’’ akımının en önemli temsilcilerinden biri kendisi ve o da çok özel bir insan. Kendime hep yakın hissetmişimdir bu sanatçıları. Gerek yaşamlarıyla, gerek ise ortaya koydukları eserlerle sanata damga vuran isimler. Hangi dönemde yaşamak istersiniz diye sorarsanız eğer kesinlikle 1920’li yıllar derdim herhalde. O dönem beni cezbetmiştir hep. (Tebessüm ediyor, Şermin Hanım biraz da özlemle...)

Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde sanatın bir de ekonomik boyutu var. Bu konu hakkında düşünceleriniz nelerdir ?

Evet maalesef bir ekonomik yönü var. Eğer ki sadece geçiminizi Ressamlık ve yaptığınız eserler ile sağlıyorsanız bu böyle. Sonuçta geçiminizi bir şekilde sağlamak zorundasınız bu yaşam koşullarında. Benim durumum biraz farklı galiba. Resimlerimi benimsiyorum, ailemden biri gibi onlar, bazen kopamıyorum. Bu yüzden bir satış söz konusu olduğunda onları minik fiyatlardan satışa sunamam. Çoğu zaman maddi kaygım bile olmuyor, kopmak istemiyorum, bir emek ve uğraş söz konusu çünkü. Vedalaşmam zor oluyor açıkçası. 

Sanat eserleriniz gereken ilgiyi görüyor mu ?

Bildiğiniz üzere bu benim ilk sergimdi ve güzel tepkiler aldım. Dostlarımdan, arkadaşlarımdan çok olumlu tepkiler geliyor. Biraz taraflı oluyorlar sanırım bu konuda ama. (Gülüyor) Dışarıdan gelen tepkiler de güzel ama zamanla göreceğim neyin ne olduğunu. Eserlerim daha çok kitleye ulaştıkça anlayabileceğim durumu.

Resim Sanatı’nın ülkemizde geldiği noktayı ve gidişatını nasıl görüyorsunuz ?

Buna küçük bir örnekle cevap verebilirim. Mesela bir genç akademik kariyerine Güzel Sanatlar Fakültesinde devam etmek istiyor ama ailesinden gereken ilgiyi ve desteği göremiyor. İnsanlar biraz daha şüphe ile bakıyorlar. Ve resim için de geçerli bu. Ama gördüğüm kadarı ile bir çok özel ressam yetiştirmiş ülkemiz. Burhan Doğançay, Abidin Dino, Mehmet Güleryüz bunlardan sadece aklıma gelenler. Özgün ve tarz sahibi insanlar. Resim Sanatının gelişmesinde ve bir yerlere gelmesinde çok büyük roller oynamışlar. Zamanla daha da gelişecektir tahmin ediyorum, gereken önem mutlaka verilecektir. 

Sanat için sanat mı desem, ne dersiniz ?

Kesinlikle, ‘’Sanat Sanat İçindir’’ ve ‘’Sanat Anlayan İçindir’’ 

Sanatın diğer dalları ile aranız nasıl ? Mesela müzik, tiyatro, kitaplar veya yazarlar ?

Fena değil, elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum her alanı. Gençliğimin bir döneminde tiyatro ile uğraştım. Müzik, evet. Bateri çaldım bir dönem. Hatta yaşadığım ev müsait olsa bateri almayı bile düşünürüm. Rock kültürüne biraz daha yakınım. Bir başkaldırı var o kültürde, ‘’Marilyn Manson’’ çok severim. Bir kaç konserinde bulunmuştum. Beni kendine hayran bıraktı. Kitaplar ve yazarlarla da aram güzel. Okumayı seviyorum, film izlemeyi seviyorum. Şermin Hanım’a bir kitap hediye ettim ‘’Paul Auster- Son Şeyler Ülkesinde’’ kendisinden de söz aldım okuyacağına dair. Çok mutlu oldu, çok sevindi. ‘’Son zamanlarda aldığım en güzel hediyeler arasında’’ dedi. Asıl ben mutlu olmuştum çünkü özel insanlara sadece özel armağanlar verilir. En özel armağanlar arasındadır kitaplar. Hele ki yazar ‘’Paul Auster’’ ise...

Resim Sanatına yeni başlayacaklar için tavsiyeleriniz var mıdır ?

Eğer yetenekleri varsa mutlaka bu düzeyde ilerlemeleri gerekiyor. Günümüzde bazı şeyler aşılmış durumda, bir takım tabular yıkılmış vaziyette. Akademik eğitim almalılar. Bunun yanında iyi bir gözlem ve özel hayal güçlerine sahip olmak zorundalar. Bunun gelişimindeki en önemli etken tamamen yaşam ve tecrübeler. Fırça ve paleti ellerine aldıklarında bunu vücutlarının herhangi bir organından ayırmamalılar, hissetmeliler. Bahsettiği harikalar diyarında, tıpkı Alice gibi o tavşanın peşinden gitmeliler...

Özel bir insan başta da bahsettiğim üzere Şermin Çeber. Kendisi oldukça mütevazi davranıyor ama hakkını teslim etmeliyim ona. Tecrübeleri ona çok şey katmış sanat açısından. Kişiliği de bir o kadar muazzam. Hak ettiği değeri mutlaka bulacaktır ki bilindiği üzere Türkiye ile tanışalı çok kısa bir zaman olmuş. Bu özel ve zarif insana teşekkür etmeliyim. Kendisi çok samimi cevaplar verdi sorularıma. Kendisine sevgilerimi iletirim...

Yazının Linki:
http://onedio.com/haber/ressam-sermin-ceber-ile-sanat-ve-resim-uzerine-alice-harikalar-diyarinda-110379

1 Ocak 2013 Salı

Ülkemizde ''Hat Sanatı''

Sanat dalları, ülkemizde ve dünyada sanat dallarının bir çok kolu vardır malum. Bunlardan biri de ''Hat Sanatı''dır. Ülkemizde doğmayan ama, ülkemizde hakkı gerçekten verilen bir sanat dalıdır. Yazının en ahenkli biçimlerinden biridir. Ne yazık ki yok olmaya yüz tutmuş sayılabilir diye düşünüyordum ben. Bir gün yolum Beyazıt'a düştü bir arkadaşım ile beraber. Bir mağaza dikkatimizi çekti, bu fırsatı kaçırmak olmazdı tabi ki. Hemen girdik dükkana, ilginç ve sofistike bir yer, geleni gideni bitmiyor. Aynı zamanda turistler tarafından da çok fazla rağbet görüyor. Hemen içerideki örneklere takıldı gözüm, gerçekten müthiş ve nizami buldum her şeyi. Arkadaşım bu tür şeyler ile alakalıydı zaten, kendi soy adını yazdırmak istedi. Hat ustası kalemi eline aldığından itibaren yazıyı yazması arasındaki süre tahmin ediyorum ki otuz saniyeyi geçmemiştir.
İntizamlı, ahenkli bir yazıyı hata yapmadan bu kadar kısa sürede yüzeye aktarması dikkatimi çekmedi desem yalan söylemiş olurum. En vasat kelimeleri bile muhteşem bir görüntüye büründürüyorlarsa eğer buna saygı duymamak zaten elde değil.
Usta ile bir kaç dakika sohbet etme şansım oldu. Uzun süren eğitimin, el becerisi derslerinin, kısacası teorinin ardından hayatla bütünleşmiş pratik ders tecrübelerinin hayat ile harmanlanmış halini yansıtıyordu. 
Mutlu oldum açıkçası, televizyonlarda, dergilerde, şurada, burada ''Hat Sanatı''nın bittiğini, ustaların yetişmediğini, gereken değerin verilmediğini söylüyorlar ve anlatmaya çalışıyorlar ama aksini kendime ispatladığım için mutluluk duygum ikiye katlandı. 
Eğer yolunuz Beyazıt'a veya bu tür yerlere düşerse bir gün, eserleri incelemeyi unutmayın. O zaman farkına varacaksınız bu tür değerlerin çünkü hayran kalacaksınız, yüzünüzde bir şaşkınlık ifadesi belirecek. Buna eminim...

23 Aralık 2012 Pazar

Ülkemizde Klasik Müzik Gerekleri

Ülkemizde Klasik Müzik severlerin sayısı çok az malum. Ama bununla beraber az seviyedeki dinleyicinin kalitesi çok yüksek. Bir de ikinci seviye dinleyici kitlesi dediğimiz, Klasik Müziğe ilgi ve alaka duyan, kısacası dinlemeye ve öğrenmeye yeni başlayan bir kitlenin de olduğu su götürmez bir gerçek. Son zamanlarda Klasik Müzik seviyesinde ülkemizde bir çok isim ön plana çıkmakta. Başta Fazıl Say, Anjelika Akbar, Ecesu Sertesen, Rahşan Apay ve diğer değerlerimiz...
Bir çok sanat kuruluşu da ülkemizdeki Klasik Müzik severlere hizmet vermekte. Akbank Sanat İş Sanat, Borusan Sanat bunlardan sadece bir kaçı...
Klasik Müzik konserlerinde dikkatimi bir şey çekti geçenlerde ve hiç başıma gelmemişti böyle bir olay daha önce. Konser salonuna giriş anında elimize bir broşür verildi. Ana amaç konser sırasında çalınacak bestelerin gidişat sırası, verilecek aralar ve sanatçılar hakkında genel bir biyografi bilgisi.
Diğer bir çok konserde daha önce de tanık olmuştum bazı davranışlara, bunun için de konser organizatörleri bunu hesaba katarak bastırmış olabilirler diye düşündüm bu broşürleri. Ki konser esnasında bu kanımda yanılmadığımı anladım. Bir çok izleyici yerli yersiz alkışları, ıslıkları ve bağrışmaları ile bunu doğruladılar. Bunun nedeni olarak izleyicinin konser sırasında kendini entelektüel role  çok fazla kaptırıyor olmalarını ve bilgisizliklerini gösterebiliriz.
Klasik Müzik sanatçısının sahnede, sanat eserini bitirdikten sonra, yersiz ‘’Bravo’’ ya da herhangi başka şeye ihtiyacı yoktur çünkü sahnede kendini kanıtlama kaygısı hissetmez. Keza buna zaten ihtiyacı da yoktur ve bu tür davranışları ile diğer seyirciler rahatsız edilmiş olur. Klasik Müzik dinleyicileri sakinliği sevdikleri için gelmişlerdir zaten, sakinliği seçtikleri için tercih etmişlerdir bu müziği.
Klasik Müzik, sakin ruh halinin enstrümanla birleşip ritim ile ahenk halindeki iç dünyamızın fırtınalı halini yansıtma türüdür. Konserlere gelmeden önce en azından bir kaç makale veya ön bilgi okuyup gelinmesi hem seyirci hem sanatçı açısından iyi olacaktır. Bununla beraber ülkemizde Klasik Müziğe yatkın insanlara ve gençlere de örnek olmak mümkündür.

21 Aralık 2012 Cuma

Bülent Ortaçgil İle Kadın Sesi Değmiş Şarkılar ''Olmaz mı Olabilir''


Gerçekten heyecana yol açacak bir etkinlik oldu hepimiz için ilk duyduğumuzda. Neden bahsettiğimi tahmin edebilmişsinizdir umarım ‘’Bülent Ortaçgil İle Kadın Sesi Değmiş Şarkılar’’

İstanbul’da son yılların gözde mekanlarından biri olan ‘’garajistanbul’’da bizlerle oldu bu müthiş etkinlik. Adı üstünde ‘’Kadın Sesi Değmiş Şarkılar’’ eee kim diyeceksiniz şimdi. Türkiye’nin en iyi ve en güçlü üç kadın jazz sesi bizlerleydi. Birsen Tezer, Ceyl’an Ertem ve Jehan Barbur, sevgili Bülent Ortaçgil’in eşsiz şarkılarını yine sevgili Bülent Ortaçgil eşliğinde söylediler. Kendi adıma konuşuyorum, herşey tam manası ile muhteşemdi.

Bülent Ortaçgil gece boyunca adeta bir maestro havasında yönetti konseri, eşsiz bestelerine farklı yorumlar getiren meleklerini sardı sarmaladı. Konser başlangıcında tamamen kendi yorumladı şarkılarını sevgili Ortaçgil. Ardından Ceyl’an Ertem’i davet etti sahneye. Güzel bir yorum ve eşsiz tarzı ile bir şarkı söyledi bizlere Ceyl’an Ertem. Sonra küçük bir ara, ardından tekrar solo yorumları ile unutulmaz Ortaçgil şarkıları bizlerle oldu.
Sensiz Olmaz …

Bilindiği üzere konserin ana teması buydu. ‘’Sensiz Olmaz’’ mekanı tıklım tıklım dolduran dinleyiciler bu güzel şarkıya doyasıya eşlik ettiler ve ritme kendilerini kaptırdılar.
Ardından Jehan Barbur geldi sahneye. Ortaçgil ile ‘’Eylül Akşamı’’ şarkısını yine farklı tarzı ile yorumladı sevgili Jehan...

Son olarak da sahne Birsen Tezer’in oldu. Türkiye’nin yetiştirdiği en güçlü enstrümental seslerden biri olan Birsen Tezer beni benden aldı diyebilirim ki herkesin böyle düşündüğüne eminim.
Harikulade gecenin sonunda Birsen Tezer, Ceyl’an Ertem ve Jehan Barbur, Bülent Ortaçgil ile birlikte koskocaman bir şarkı söylediler. Koskocaman derken ne anlatmak istedim ? Kocaman sesler, kocaman yorumlar, kocaman besteler ve kocaman sözler... Ortaçgil hayranları bilir. Her şarkısında kendine uyan bir söz veya cümle bulabilirler dinleyicileri. Kendilerini bulurlar, dinleyici kendini anlar, kendini anlatabilir şarkılara eşlik ederek …

Kısacası muazzam ve sözlere sığmayacak bir gece oldu biz dinleyenler için.
Devamı gelecek, gelmeli bizler için bu güzel konserlerin
 
Olamaz mı, olabilir ...

30 Nisan 2012 Pazartesi

Merak Etmeyin, Uyumuyoruz !


İnsanların bu kadar geniş olmalarına hayranım doğrusu, bayılıyorum sizin gibi insanlara, duyarsız varlıklara. İnanın bana güçlük çekiyorum ama bunu nasıl yaptıklarını anlamakta. Başka insanları da çok güzel aptal yerine koyuyorlar, hele ki gençler ve benim ruhum genç diyenler bir alkış istiyorum sizlere ! Evet, kimseyi yargılama, kimseye karışma hakkım yoktur doğru ama kusura bakmayın ben yargılıyorum şu an ve karışacağım da. Ülkeniz elden gidiyor farkında mısınız siz genç ve genç kalanlar. Gün gelecek o etleriniz buruşacak, bakılmaz bir hal alacak. İşte o zaman diğer insanlar size değil isimlerinize bakacaklar. Geride neler bıraktıklarınıza, iz bırakıp bırakmadığınıza, yararlı olup olmadığınıza bakacaklar. Her şey için çok geç olmadan evvel benim sizlere tavsiyem kendinize gelin, silkelenin ve duyarlı olmayı öğrenin ! İki gündür sabaha kadar, tam kırk sekiz saat boyunca uyumadım, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin önündeydik çünkü sanatçı dostlarımızla beraber. Şimdi kendi kendinize diyeceksiniz ki bana ‘’Sen Aptalsın, Kendini Bir şey Sanıyorsun Herhalde’’ diye. Benim kendimi bir şey sandığım yok. Bir gün önce ‘’Sizin Başbakanınız’’ açıklama yaptı ve ‘’Şehir Tiyatrolarını Özelleştireceğim’’ dedi. Tabi sizin umurunuzda değildir bu, kaç defa gittiniz ki acaba tiyatroya ? Sizlerin işi gücü geceleri barlarda arkadaşlarınızla vakit geçirmek, ‘’Ben bu akşam beş bira iki de viski içtim’’ demek, maç izlemek, yorum yapmak, başkalarını eleştirmek. Hepimiz içki içiyoruz ama sadece yeri geldiğinde. Yılmadan bıkmadan da katılacağız eylemlere gerekirse yine sabahlayacağız, hiç kalkmadan bir hafta boyunca da otururuz eylem yaparız aslında biz, ‘’Aptalız Ya ! Salağız Ya Biz !’’ Ülkeyi kurtarmak, dünyayı kurtarmak gibi boş hayallere de kapılıyoruz ya biz ! Haklısınız, belki dünyayı ya da ülkemizi kurtaramayız ama ‘’Bir Yerden Başladık’’ deriz en azından. Gününüz aydınlık, aydınlıkta bizim olsun …

27 Nisan 2012 Cuma

Muhafaza ''Kar'' Sanat


Nereden çıkarırlar böyle şeyleri anlamıyorum ? Sözde ‘’Muhafazakar Sanat’’ Sanatın muhafazakarı olmaz, sanat özgür olur. Gerektiğinde müstehcendir. Bilmiyorum belki bu yazımdan sonra tepki alabilirim hatta bundan bir sene öncesinde olduğu gibi tehditler bile alabilirim ama yapacağım ve yazacağım.
İstedikleri gibi at koşturacaklarını sanıyorlar bu ülkede ama başaramayacaklar. Nasıl olur da ‘’Sanat’’ dediğimiz özgün ve özgürce yapılan şeyin önüne sansür konur ! Ben eğer istediğim konu hakkında yazamayacaksam, dostlarım istedikleri oyunları perdeye koyamayacaklarsa ben bu işten hiçbir şey anlamam. O zaman hepimiz oturalım evlerimizde sokaklara bile çıkmayalım, kitap okumayalım, film izlemeyelim, tiyatro ve kongre merkezlerine, operaya, baleye gitmeyelim, sanat müzelerini ve galerilerini ziyaret etmeyelim. ‘’Eziliyoruz’’ diyen muhafazakar bir kesim varmış ülkemizde, insanda biraz akıl olmalı ve neyi savunduğunu bilmeli. Ülkemizdeki en değerli sanatçılardan Piyanist Fazıl Say’ı küstüren ve ülkeden gidecek noktaya getiren insanlar neyi savunuyorlar merak ediyorum. Eğer bu ülkenin sadece siz ve sizin gibilere kalacağını sanıyorsanız mutlak surette yanılıyorsunuz ! Kültürümüzü ve sanatı yok etmenize asla ve asla izin vermeyeceğiz, sessiz kalacağımızı düşünüyorsanız da yanılıyorsunuz. O perdeler hep açılacak tiyatro salonlarında, o kitaplar ve yazılar yayınlanacak, halkımız öğrenecek, bir şeylere bağımlı kalmayacak bu güzel ülkede. Sanatta muhafazakarlaştırılmayacak, tıpkı bir beyaz güvercin gibi özür, yeni yapılmış, boya kokan bir tablo gibi özgün, yeni basılmış bir kitap gibi öğüt verici, yeni doğmuş bir bebek gibi tertemiz kalacak.
Sevgi ile kalın …

24 Nisan 2012 Salı

Şehir Tiyatroları


Ben bıkmadım , bıkmadan da söylüyorum. Gerektiğinde bağırıyorum da ! Bugün Taksim’de yürüyüş vardı İstanbul Şehir Tiyatroları için, tam beş bin kişi. Bu beş bin kişi ne yapıyor acaba, neden yürüyorlar, neden yürüyoruz bağıra bağıra ? çok şey istemiyoruz aslında, sadece eskiden beri var olan ve devam etmesini istediğimiz sanatlarımız. Bunların başında ‘’Tiyatrolarımız, Yazılarımız, Kitaplarımız, Sinemalarımız’’ var. Ama kimse tarafından ciddiye alınmamamız bizleri biraz yoruyor açıkçası. Başımızdaki yöneticiler ne düşünüyorlar bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum diyebilirim. Benim özgürce yazamadığım, tiyatrocu dostlarımın özgürce sanatlarını yapamadığı, sansür uygulandığı bir ülke hangimizi mutlu eder söyleyin bakalım ? Hangimizi mutlu eder bu kısır döngü ? Sanatı bile muhafazakarlaştıran ama sanatla da ilgiliyim diyebilen insanların olduğu bir yerde yaşamak bizlere utanç vermiyor, bizlere utanç veren tek şey böyle insanların bu güzel ülkede yaşıyor olması. Bunun için herkese okumayı, araştırmayı tavsiye ediyorum hep durmadan. Şehrinize gelen tiyatroları asla kaçırmayın, sevdiğiniz yazarları mutlaka takip edin, günde en az bir gazete takip edin, sevdiğiniz yönetmenlerin filmlerini mutlaka izleyin ! En önemlisi de nedir biliyor musunuz ? ‘’Nitelikli yapıtlar ve yazınlar’’dan asla ve asla vazgeçmeyin. Şehrinizdeki ‘’Yerel Tiyatrolara’’ da mutlaka sahip çıkın. İnsanların gözleri ve kulakları en önemli yetileridir bana göre, benden size tavsiye bu organlarınızı iyi kullanın. Gözlerinizle izleyin, kulaklarınızla duyun. Gözlemleyin, kulaklarınızı tıkamayın duyduklarınıza. Sanatınıza, sevdiğiniz şeylerin ellerinizden, gönüllerinizden, gözlerinizin önünden kayıp gitmesine izin vermeyin. Unutmayın, ‘’Gözlerinizi kapatırsanız Kör, Kulaklarınızı tıkarsanız Sağır Olursunuz’’
Sevgi ile kalın …

17 Nisan 2012 Salı

İstanbul Modern


Sanata verilen değer her zaman tartışılmıştır, her zaman yer etmiştir insanların hafızalarında. Ama son zamanlarda , önce Emek Sineması, şimdi de İstanbul Modern’in başında dolaşan kara bulutlar bizleri çok tedirgin ediyor. Aldığım duyumlara göre Antrepo’nun yerine halka açık büyük bir yeşil alan planlıyorlarmış. Yeşil alan dediysem de öyle içinde heykeller, havuzlar olan ilgi çeken ağaçlarla dolu bir yer beklemeyin sakın. Her yerde alışkın olduğumuz  beyaz atletli, kıvrık paçalı adamlar mangal yakıp et pişirecekler yine denize karşı. Müzenin yerini, kültürün, sanatın, o güzel tadına doyulmaz sergilerin yerini et kokuları ve kırılmış bira şişeleri alacak. Sanırım ülkemiz insanları ağızlarının tadını biliyorlar. Tadına doyulmaz sergilerin, müzenin yerine pişmiş et istiyorlar. Gazetelerin, okumak dışında diğer her alanda kullanıldığı ülkemizde böyle şeyler gayet doğal diyeceksiniz şimdi içinizden. Ama hiç te doğal karşılamıyoruz artık biz bunları. Büyük Şehir Belediye ve Kültür Bakanlığına danışılan konu hakkında her iki kurum iki ayrı görüş bildirmiş. Belirtilen görüşlerden ziyade benim dikkatimi çeken bir diğer nokta benim gibi düşünen ve yılın belirli zamanlarında gelen eşsiz sergileri sabırla bekleyen insanları kim düşünecek ? Günümüzde bir çok kültür merkezini yıkıp yerine devasa alışveriş kompleksleri yapan belediyeler ve yöneticiler umarım mutlu oluyorlardır ceplerini doldurdukları için. Umarım gözlüklerini çıkarmamaya devam ederler ve umarım ileride pişman olmazlar. Çünkü düşünen ve araştıran kesim hiç te az değil. Unutmayın, herkesin verecek son bir cevabı vardır…

11 Nisan 2012 Çarşamba

Bir Film Şeridi; Ekrem Bora, Meral Okay


Kızdığım bir noktaya değineceğim şimdi, bilmiyorum belki sizin de dikkatinizi çekmiştir. Son zamanlarda Türk Sineması ve Sanatı birçok önemli değerini kaybetti. Haberler, göz önü medyası ve sosyal paylaşım siteleri birçok paylaşım yapıyorlar bu konu hakkında. Şimdi gelelim esas soruya; ‘’Bu önemli değerlerimizi kaybetmeden önce kaç kişi gereken önemi veriyordu ? Kaç kişi adlarını daha önce birden fazla duymuştu ? Kaç kişi yazılarını okumuştu ? Kaç kişi oynadıkları filmleri izledi ?’’ Kör ölünce badem gözlü olurmuş diye argoya kaçan bir deyim vardır bizde, tamamen katılıyorum buna. Öyle çok sahipleniyorlar ki bu önemli insanları öldükten sonra. Afedersiniz, sahiplenemiyorlar bile çoğu zaman. Ölümlerini yargılıyorlar, ölüm şekillerini yargılıyorlar, bazen daha da ileri gidip vasiyetlerini bile infaz ediyorlar. Ölümlerinden sonra kendilerine hep bir pay çıkarma çabasındalar böyle insanlar. Ruhları kötü, artniyetleri fazla olan bu insanlar işin kötü tarafı sanat camiasında da mevcutlar, halktan kesimde de… Cenaze törenlerine sırf törene katılan diğer ünlülerle ile fotoğraf çektirmek için gelenler var, bunu gözlemliyoruz. İnsanlar izin vermiyorlar acımızı yaşamamıza. Sağlıklarında gereken önemi vermeyenler, öldüklerinde adeta bir kültür mantarı kesiliyorlar. Ekrem Bora kimdir, Meral Okay kimdir ? Ölmeden önce bilmiyorlardı aslında. Popüler olan şeylere, göz önünde olan kişilere herkes değer verir ama önemli olan zamanında kültürümüze bir şeyler katan ve gerektiğinde katmaya devam eden saygıdeğer insanlarımıza hakettikleri değeri her zaman vermektir. Şimdi tek isteğim sizden, yapmayın. Bu kadar küçülmeyin. Sevmek zorunda değilsiniz ama saygı duymak zorundasınız. Çok saygıdeğer Ekrem Bora ve Meral Okay anısına …

9 Nisan 2012 Pazartesi

Adab-ı Usül


Sanat adabı denen bir şey olmalı ilgilenenler için en azından. Örnek veriyorum en basitinden, ‘’Sahne Sanatları’’ Bir konsere mi gittiniz ? Bilet numaranıza mutlaka dikkat edin ve konser salonuna girdiğiniz andan itibaren görevliden oturacağınız koltuğu göstermesi açısından yardım isteyin. Oturduğunuz yer sizin için çok önemlidir. Konser merkezine girince mutlaka broşürlerden edinin ki daha sonra gelmek istediğinizde hem adres hem oturma planı, hem de sonraki etkinlikler hakkında bilginiz olsun. Konserden önceki birkaç dakikada, konser salonunda yapılacak olan anonsları dikkate alın çünkü konser çıkışı, sanatçı albüm imzalayacaktır. Bu duruma dikkat edin lütfen, sanatçı ile iletişim kurmanız çok önemlidir. Müziğinden hoşlanıyorsanız mutlaka iletişim kurmalısınız. Konser başlamadan en az beş dakika önce cep telefonunuzu sessize alın ve sahneye konsantre olun. Sakın sakın konser esnasında yanınızdakilerle konuşmayın. Sigara hakkı insanların en doğal ihtiyaçlarından biridir ama bunun için konser arasını beklemelisiniz çünkü sigara da olsa başka bir şey de olsa karşınızdaki değerli sanatçıdan daha önemli ve değerli değildir. Konser adabına uyarak eşlik etmelisiniz sanatçıya ve ekibine, sessizce, içinizden. Sadece gerekli yerlerde alkışlayın karşınızdaki değerli insanı. Konser sonunda mutlaka alkış ritminizi ayarlayın. Onlar bizler için varlar ve bizim için var olmaya devam edecekler. Unutmayın, sanat sadece ve sadece anlayanlar içindir …

7 Nisan 2012 Cumartesi

Erkan Oğur'a Sevgi Duruşu


Uzun zamandır sevgili Erkan Oğur’un bir konserini bekliyordum İstanbul’da, nitekim umduğumu da buldum. Cemal Reşit Rey Kongre ve Konser Salonu’ndaki konser için en önden ayırttım biletimi. İnanın bana böyle bir heyecan yoktur. Kim olursa olsun bir defa Erkan Oğur dinlediyseniz artık geri dönüşü olmaz bunun, kulağınız hep aşinadır onun ritimlerine. Felsefesi de bambaşkadır büyük üstadın. Son çıkan albümü ‘’Telvin’’in lansman konseriydi bu. Halden hale geçme durumudur Telvin, renkten renge geçme durumudur. Kelime anlamı gibidir Telvin, bahardan yaza, yazdan kışa geçmek gibidir belki, belki de gönülden gönüle. Çok sevdiğiniz bir yemeği hayal edin. Çatalla bir parça götürürsünüz ağzınıza yavaş yavaş çiğnersiniz, sonra boğazınıza geçer, boğazınızdan da midenize. Bunun gibi bir şey işte. Sahneye çıktığı anda o ışığı gördüm. ‘’Bir özrüm var’’ dedi sevgili üstad mağrur sesi ile. ‘’Bir özrüm var’’ derken bile sesindeki o enstrumental sesi inanın bana hissedeceksiniz canlı dinlerken. Biraz rahatsızdı, sesi kısıktı. Sesinin kısık olması bile apayrı bir akustik katıyordu sahnede kendisine. Beraber çıktığı orkestrayla o güzel uyumunu ancak doğada görebilirsiniz sanıyorum ki, ağaç dallarının ağacı, ağaçların ormanı tamamladığı gibi. Konserin belirli bölümlerinde orkestranın her bir bireyini ön plana çıkarmayı başardı hem de bir orkestra şefi edası ile. Bir ara konser ortasında benim en sevdiğim türkü olan ‘’Bülbülüm Altın Kafeste’’ ye giriş yaptı. İnanın bana o an hissettiklerim bambaşkaydı, tarifi asla mümkün olamaz. Bir baştan bir de sondan dedi hep ritimlerinde, iyi ki de böyle dedi tellere her vuruşunda. Yoksa kaldıramayacaktım. Tellere her vuruşunda ya kalbine vuruyor insanın ya da onun deyimiyle yine gönlüne. Bir araya gelme fırsatımız oldu konser sonrası, birazcık sohbet etme olanağı buldum. Sevgili dostum Ece Dorsay’ın selamını ilettim kendisine, çok memnun oldu sevgili üstad Erkan Oğur. Sahnedeyken gözlerini kapattığında ne düşünüyor acaba, hangi tünelde yolculuk ediyor, neler geçiyor içinden üstadın ? Onu bilemem ama ben o sırada birkaç saniye de olsa gözlerimi kapattım ve kendimi cennette, cehennemde, ateşte, suda, kırmızıda, beyazda, yeşilde, mavide hissettim. Sonsuz sevgiler, selamlar Erkan Oğur üstada … 

3 Nisan 2012 Salı

Van Gogh Alive Sergisi

    27 Mart günü olması lazım sanıyorum ki, uzun zamandan beri görmediğim bir arkadaşımla buluşmak için gittim yine Cihangir'e. Maalesef buluşamadık, kahvaltı için sözleşmiştik de uyanamamış hanımefendi. Ben de tek başıma kahvaltı keyfimden sonra  sigaramı yaktım. Uzun zamandan beri gitmek isteyip de zaman bulamadığım ''Van Gogh Alive'' sergisine gitmeye karar verdim aniden. Halbuki çok hazırlıksızdım, fotoğraf makinem yanımda yoktu, not defterim yanımda yoktu. Olsun dedim nasıl olsa telefonum var. Teknolojinin nimetlerinden yararlanmak bu olsa gerek işte. Kısa bir yürüyüşten sonra ''İstanbul Modern''e vardım. Unutmadan, bilet fiyatları o kadar uçarı değil, hele ki benim gibi bu işlerle ilgilenenler, değer verenler için hiçbir şey diyebilirim. Cüzi bir miktar ödüyorsunuz ve inanın bana bu sergi için değer. Benden size tavsiye, hatta şimdi dipnot olarak geçmek istiyorum bunu: ''Madem ki sergilerle veya böyle sanatsal etkinliklerle ilgileniyorsunuz, o zaman ne yapacağınızı mutlaka bilmeniz gerekir. İçeri ilk girdiğinizde başkalarının yaptığı gibi bilgilendirme kısımlarını okumayın, es geçin, yanlarındaki resimlere odaklanın onlar size gerekli bilgiyi mutlaka vereceklerdir zaten.'' Girişte kısa bir gezintiden sonra da esas kısıma, yani karanlık odaya girdim. Burada ünlü ressamın eserleri ve söylediği sözler geniş duvarlara slayt gösterileri halinde yansıtılıyor. Karanlık odaya girmeden önce mutlaka fotoğraf makinenizin veya fotoğrafları ne ile çekecekseniz onun flash modunu mutlaka kapatmalısınız. Başkalarını rahatsız etmeye asla hakkınız yok. Önce kısa bir tur atın duvarların önünde, sonra da oturacak bir yer bulun kendinize. Hiçbir şey bulamadıysanız hemen oraya yere oturabilirsiniz ve müzik eşliğinde duvardan geçenleri dikkatlice inceleyin. Sergide en çok hoşuma giden şey bazı resimlerin içine hareketli objeler yerleştirmeleri oldu, daha önce gittiğim sergilerin hemen hemen hiçbirinde böyle bir şeye rastlamadım. Az önce de dediğim gibi hazırlıksız yakalandığım için fotoğraf makinem yanımda yoktu ama telefonumla bir kaç fotoğraf çekme olanağı buldum onlardan bir kaçını paylaşacağım zaten. Sergi 15 Mayıs'a kadar İstanbul Modern'de hatta bir defa daha gitmeyi planlıyorum ben, sizler de kaçırmamalısınız.

28 Mart 2012 Çarşamba

Kenan Işık'ın Dünya Tiyatrolar Günü 50. Yıldönümü Bildirisi


Kenan Işık'ın 27 Mart ''Dünya Tiyatrolar Günü'' Bildirisini okumayanlar, okuyamayanlar veya tekrar okumak isteyenler için Blog'umda yayınlamak istedim. İşte ilgimi çeken o bildiri:
''Tiyatro öldü. Son yıllarda insanı usandıracak kadar sık tekrarlanan bir söz bu. 'Miadını doldurdu tiyatro, öldü.' Eğer öyle ise, gerçekten de iddia edildiği gibi öldüyse tiyatro, bugün Dünya Tiyatrolar Gününü kutlamak yerine yasını tutalım tiyatronun. Oyunları seyretmekten vazgeçip alalım kazmaları, kürekleri elimize ve bir mezar kazalım tiyatroya, şöyle görkemli, geçmişine yakışır bir anıt mezar. Başta bütün zamanların en iyi yazarı William Shakespeare olmak üzere bütün oyun yazarlarını, oyunları, oyuncuları, rejisörleri, dekor, kostüm, ışık tasarımcılarını, sahne arkası teknisyenlerini topluca gömelim bu mezara.
   Ve hazır elimizdeyken kazmalar, kürekler, tiyatro salonlarını da yıkalım. Yıkamadıklarımızı da çürümeye terk edelim ki oynanmasın içinde seyircinin aklını çelip onları fitneye, fesada teşvik eden oyunlar yerle yeksan olsun daha çok özgürlük, daha çok demokrasi talepleri. Barış ve adalet özlemleri... Merhamet ve vicdan çağrıları, çığlıkları kalsın o enkazın altında ve işitilmesin. 
Tiyatro sanatının piri Shakespeare'in 66. Sonesinde dediği gibi;
Çiğnensin inancın en seçkini
Mutluluktan nasibini almasın geniş halk kitleleri
Ayaklar altına alınsın insan onuru
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılsın
Ezilsin, hor görülsün el emeği, göz nuru
Ödlekler geçsin başa, mertlik bozulsun
Ve korkup dilini bağlasın da sanat
Çılgınlık sahip çıksın düzene
Doğruya doğru diyenin, eğriye çıksın adı
Kötüler kadı olsun Yemen'e 
Mısır'a, Tunus'a, Libya'ya, Suriye'ye.
   Yıkılsın, yok olsun tiyatroyla birlikte yerel kültürler her ulusun, her etnik grubun kendi değerlerini tiyatronun ortak, evrensel değerleriyle buluşturarak insanlığa sunma ve savunma hakları...
   Bir tek, dünyayı bir satranç ustası gibi kendi çıkarlarına göre biçimlendiren egemenlerin tekelindeki o ucuz, sığ ve kof kültür yürütsün hükmünü, televizyonlarda, sinemalarda, kitapçı vitrinlerinde, DVD raflarında.
   Popülerin bir narkotik gibi bizi uyuşturup aklımızı başımızdan alan o yapay keyfiyle serbest olup unutalım insanlığın selameti adına unutmamamız gerekenleri.
   Unutalım tiyatroyu, hayatı, insanı ve insanca olanı unutalım.
   Ve kıyametten sonra da dönmeye devam etsin bu mavi gezegen uzayın sonsuz karanlığında...
   İçinde, bu kıyamet oyununu anlatacak hiçbir oyuncunun olmadığı hüzünlü bir tiyatro dekoru gibi...''

26 Mart 2012 Pazartesi

Görünmez Adam

''Korkunun Sonu Yoktur'' derim ben hep. Vardır veya yoktur, orası size kalmış bir şey, en azından benim için bu durum bundan ibaret. Yalnız kalmaktan korkuyorum, bazı insanlara selam vermeye korkuyorum, yanında oturmaya korkuyorum, yanlarında konuşmaktan korkuyorum, bakmaya korkuyorum. Öyle akşamlar geliyor, öyle geceler geliyor ki, aniden yanan ışıklardan, birden çalan telefonumdan bile korkuyorum. Küçüklüğümde sigara içerken ailemden birilerine yakalanmaktan korkardım mesela. Çok yakalandım ama ilk defa yakalanmış gibi korktum. Şimdi de bazı insanları tekrar görmekten, onların fotoğraflarına bakmaktan, seslerinin kulaklarımda tekrar yankılanmasından korkuyorum. En yakın zamanda kendime bir gözlük almayı planlıyorum sırf bu yüzden. Neden diye sorarsanız, gözlüğü gözüme takınca ''Belki Tanınmam'' duygusu kaplıyor içimi her ne kadar yalandan da olsa. Yalandan da olsa kendimi rahatlatabiliyorum en azından. Belki beni görmezler diyorum kendi kendime yine, ben de çaktırmadan o iki camın arkasından onları izlerim. Neler yaptıklarını, nelerle uğraştıklarını belki neler düşündüklerini bile. O gözlüğü taktığımda sanki görünmez birisi oluyorum ben ve bütün korkularımdan aniden sıyrılıveriyorum. Şimdi yeniden düşünüyorum da, aslında benim gözlüğe ihtiyacım yok, ihtiyacım olan tek şey yeni bir yürek. Farkındaysanız yeni bir kalp demedim diğer insanlar gibi. Yenilenince herşeyden uzaklaşır ya insan. İşte öyle bir uzaklaşmak aslında benimkisi. Yorulduğum tek şey insanlar ama beni yoran yeri sadece .... Neyse ...

15 Mart 2012 Perşembe

İzmirli Kadın ve İzmir

''İzmir'in Kadınları'' veya ''İzmir'in Kızları'' denince akla ilk gelen güzel olduklarıdır. Evet doğrudur, en azından ben kendi tecrübelerime dayanarak söylüyorum bunu. ama bunun yanında sadece İzmir'in Kızları değil, başka şehirlerden gelmiş İzmir'de yaşayan kadınlar için de aynı şey geçerlidir. Güzel olmalarından daha önemlisi ise ''Kültürlü, Sosyal, Okumayı Seven, Kendilerine ve Sevdiklerine Zaman Ayıran'' insanlar olmalarıdır. Her konu hakkında az da olsa bilgileri vardır. Kendilerinden daha fazla karşılarındaki insanları düşünürler. İzmir'in havasından mıdır yoksa suyundan mıdır bilmem ama o güzel şehrin güzelliklerini, zarifliğini, nezaketini bulabilirsiniz İzmir Kadınında. İstanbul'da yaşıyorum ama her zaman bu cümleyi söylemişimdir, hala da söylemeye devam ediyorum ''Keşke İzmir'de Yaşasaydım''. Şimdi yaşamıyorum belki ama ileride mutlaka İzmir diyorum hep kendi kendime ve çevreme. İzmir Kadınının bir diğer güzel yönü ise gerektiğinde karşı tarafa haddini bildirmesidir. Tabi ki görgü ve terbiye kuralları çerçevesinde, işte tam burada ortaya çıkar az önce bahsettiğim kibarlık ve nezaket durumu. En önemlisi de bu değil midir sizce ? Her zaman seveceğim kadının ''Zeki ve Seviyeli'' olmasını istemişimdir ben. İşte aradığım özelliklerin hepsi aynı anda mevcuttur İzmir Kadınında. İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir arkadaş, iyi bir dost. yani kısacası İzmir Kadını ...